|
|
GÖLYAKA (HOYRAN) KASABASININ TARİHÇESİ;
Bugünkü ismi ile Gölyaka Kasabası, eski ismi ile Hoyran; konum olarak ülkemizin Akdeniz Bölgesi’nde yer alır. Toros Dağları’nın kuzeyinde, ülkemizin en büyük doğal tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü ile Anamas dağları arasında yer alır. ; Üzerine yerleştiği ova üç tarafı dağlarla çevrili bir taraftan da göl ile kapatılmış; coğrafi oluşum olarak fluvio-glasi özellikteki bir birikinti yelpazesidir. Yelpazenin en verimli noktasında göl ile ovanın birleştiği yerde kurulan Gölyaka coğrafyanın olabildiğince cömert davrandığı dağ-ova ve suyu bir arada barındıran ender bulunabilecek bir lokasyondadır. Yerleşme tarihi açısından ilk kurulan yerleşmelerde aranan korunaklı olma, verimli topraklar yani kolay yiyecek bulabilme (buna balığı da ekleyebiliriz) özelliklerini bünyesinde bulundurması Gölyaka’nın tarihi zenginliğini anlayabilmemiz için bize ipucu vermektedir. ; Beldenin tarihine ait kalıntıları ayırt etmek çok zor bir iştir. Uzmanlık isteyen bir konu olması ve yapılmış çalışmalar olmaması işimizi daha da zorlaştırmaktadır. Biz çalışmamızda kısıtlı olarak ulaşabildiğimiz kaynakları amatör bir şekilde değerlendirmeye çalışacağız. ;
TÜRK - İSLAM TARİHİ ÖNCESİ GÖLYAKA;
Belde tarihi antik çağa kadar uzanmaktadır. Bunu beldede bulunan buluntular kanıtlamaktadır.“Merhum Prof. As Halil, Antik çağda bu yörede yoğun yerleşim kalıntılarından dolayı kalabalık bir nüfusu barındırdığını ileri sürmektedir” Yine “Sterrett’in çalışmalarında kısmen belirttiğine göre bütün bu çevre antik yerleşim yerlerinin varlığını kanıtlayan zengin eserlerle doluydu. Antiocheia (Yalvaç)’dan güneye giden büyük yol da buradan geçiyor” diyen Sarre de . antik çağdaki gelişmişliğine dikkat çekmektedir. ; Maalesef Türk İslam tarihi öncesi buluntuları ile ilgili bilgilerin değerlendirilmemiş olması en çok zorlandığımız konulardan birini oluşturmuştur. Biz bu dönem ile ilgili olarak iki yerleşmeden bahsedeceğiz.; 1. Gölyaka kuruluş çekirdeğinin hemen batısında, yerleşme sakinleri tarafından Tahtalı ( Taht-ı Âli) olarak adlandırılan mevkideki yerleşme. Adı dahi olmayan bu yerleşme Kubad Abad Sarayı kazı çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Rüçhan ARIK’ın bir sohbetimizde belirttiği üzere bu civardaki en eski yerleşme yeridir. Bu yerleşmenin izlerini görmek mümkündür. Yapılacak ayrıntılı bir çalışma ile özellikle mezarlığı tespit edilebilirse ve dini inançlar gereği mezara eşyalarında konulduğunu düşününce önemli bilgilere ulaşılabilecektir. ; 2. Gurgurum Antik Kenti: Gurgurum Anadolu’daki Türk İslam tarihi öncesi bir yerleşmedir. Fakat Selçuklular tarafından bu bölge fethedildikten sonrada aynı isimle anılmıştır. Gurgurum Selçukluların Bizans’tan Devraldıkları eski ve tarihi eserlerle dolu bir bölgenin merkezi idi. Selçuklular buraya Kubad Abad Sarayı’nı kurmuşlar; Bizans döneminde Karalis Gölü olan Gölün ismini de Buheyra-i Gurgurum ( Gurgurum Gölü) olarak adlandırmışlardır. ; Gurgurum antik kentinin büyük bölümü bugün göl suları altında kalmıştır. Şehrin kesin olarak kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte Roma devrinde bölgenin önemli şehirlerinden biriydi. Şehir iki kısımdan oluşmaktadır: Mındıras Adası üzerindeki kalesi ve bugün sular altındaki yerleşme. Şehrin kalesi Mındıras Adası üzerinde açıkça görülebilmektedir. Mındıras bazen ada bazen de yarımada şeklini alan bir tepedir. Kale surları büyük oranda tahrip olmuş yer yer ayakta kalmış haliyle tepeyi çepeçevre sardığı belli olmaktadır. İçinde adanın en tepe noktasında bir tapınak vardır. Tapınakta kullanılan malzemenin büyüklüğü bunların insan gücü ile yapıldığını düşününce Gurgurum’un büyüklüğünü de gözler önüne sermektedir. Kalenin aşağı kısmında göle bakan yamaçta eğimin azaldığı yerler mevcuttur. Buraların mezarlık olduğu kasaba halkı tarafından söylenmektedir. Ada yıllarca hazine avcıları tarafından yağmalanmış mezarlarda bu şekilde tespit edilmiştir. Mezarlarda bulunan eşyalar toprak heykelcikler, mızrak uçları vb. eşyalar kale tarihi ve dini inanç açısından bize bilgi vermektedir. Bu şekilde eşyaların konması pagan inancını göstermektedir. Dönem olarak ta Bizans’ta Hıristiyanlığın varlığını akla getirince Kalenin ve tapınağın Roma devrinde daha etkin bir şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca gene adanın doğu yamaçlarında görülen kayalarda oluşturulmuş yerlerin tamamının doğuya bakması da tesadüfî olmasa gerek. Paganizmde güneşin doğuşuna verilen önem bu kayaların oyulmasında etkili olsa gerektir. ;İkinci olarak Gurgurum kentinin sular altında kalan kısmı Mındıras adasının hemen doğusunda su kenarında başlamaktadır. Ada üzerinden bakıldığında suyun sakin ve temiz olduğu zamanlarda şehrin harabeleri görülebilmektedir. Gölyaka Belediye’sinin bugün kullanmakta olduğu binanın bahçesinde o döneme ait bazı antik taşlar mevcuttur. Bu taşların nereden ve nasıl geldiğini tam olarak bilemiyoruz. Fakat yöre tarihi ile ilgili çalışmaları olan emekli öğretmen Veli KARACA çalışmalarında 1933 yılında gölde çok büyük orandaki bir çekilmeden bahsetmektedir. Bu çekilme sırasında su altından çıkan eserlerin yağmalandığını ve bu antik eserlerinde oradan getirildiğini belirtmektedir . Prof. Halil “Hoyran’daki bu antik eserler Hıristiyanlığa ait ilk kiliselere ve mezarlıklara ait olmalıdır” demektedir. ; İncil de Resullerin işleri bab 14: 23 ve 24 te havarilerden Barnabas ve Pavlus’un Pisidya’da çalışmalarından ve buradaki dindaşlarından ayrılışlarından bahsetmektedir. Burada anlatılanlardan şakirtlerine Hıristiyanlığın yayılması için kiliseler ve manastırlar yapmalarını emrettikleri anlaşılmaktadır. Bu yönü ile Gurgurum Hıristiyanlık öncesi paganizmini yaşamış. Daha sonra da Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Bu dönemde de Pisidya’daki önemini korumuştur. ; Gurgurum yöre olarak, Selçuklular devrinde korunaklı bir coğrafyada yer alması sebebi ile Selçuklu sultanlarının ve bazen de Eşrefoğlu beylerinin sığınağı olmuştur. Fakat Antik şehir olarak Gurgurum antik kentinin yıkılışı tam olarak bilinmemektedir. Kubad Abad sarayı tersanesinin varlığı bize Gurgurum antik kentinin o dönemde sular altında olduğunu göstermektedir. Antik kentin tarih sahnesinden silinişi suların yükselişi ile mi yoksa savaş ve yağmalarla mı olmuştur bilmiyoruz? Fakat Gurgurum isminin Selçuklularda kullanılıyor olması hem de hiçbir telaffuz değişikliği olmadan kullanılıyor olması şehrin yok oluşunun o devirden çokta eski olmadığını göstermektedir. ;
Diğerleri:
Gölyaka’da gayri İslami döneme ait bu yerleşmelerin dışında da bazı eserler mevcuttur. Adalar üzerinde de İslam öncesine ait kalıntılar bulunmaktadır. Adalar dışında Gölyaka Şarkîkaraağaç yolu üzerinde Kızılkise (Kızıl kilise) piknik alanı bulunmaktadır. Burası adından anlaşılacağı üzere bir kilise kalıntısı üzerindedir. Çevrede kilise ile ilgili birçok döküntü bulunmaktadır. Yine Gölyaka da Kızılkise’den getirildiği belirtilen bazı antik eserler mevcuttur. ; Kasabamızda gölün oluşumu ile ilgili anlatılan efsanevi bir olayın bazı rivayetlerinde kiliseden de bahsedilmektedir: Buna göre “kilise daha önce Mındıras ile Kız Kalesi adası arasında ( Gurgurum’da) imiş. Göl oluşunca Kızılkise’ye taşınmış.” ; Sonuç olarak kasabamızın İslami devir öncesi zenginliği son derece fazladır. Doğa ile tarihin iç içe olduğu kasabamızda yapılacak çalışmalar ile tarihin karanlık bir bölümü daha aydınlatılmış olacaktır. Turizm açısından doğa ve tarih yönü ile zengin bir potansiyele sahip olan beldemiz bu hali ile bile turizm açısından önemli bir çekim merkezi haline gelebilir. Yörede yapılacak turizmi geliştirici çalışmalar gelişmişlik derecesi açısından geri kalmış olan yörenin ilerlemesinde çok mühim bir adım olacaktır. ;
TÜRK İSLAM DÖNEMİNDE GÖLYAKA SELÇUKLULAR DÖNEMİ;
Selçuklu fetihleri ile Türklerin hâkimiyetine giren yöremiz Anadolu Selçukluları, , Eşrefoğulları, Hamitoğulları, Karamanoğulları ve Osmanlı hâkimiyetlerinde bulunmuştur. ; Beldemiz isminin Hayran olduğu daha sonra Hoyran’a dönüştüğü söylenmekte ise de bunu destekleyen tarihi bir vesika bulunmamaktadır. Hoyran adına ilk defa Camiüddüvel’de rastlanmaktadır. Müellifi Camiüddüvel’de Anadolu’daki beylikleri yazarken Hoyran’ın Hamitoğulları Beyliğine bağlı nahiye merkezi olduğunu yazmaktadır. ; Hoyran sözcüğü eski Anadolu medeniyetlerinden Luwi dilindeki “howa-ran” kelimesinden Hoyran’a dönüşmüştür. Kutsal ana, kutsal tanrıça anlamlarına gelmektedir. ; Selçuklular devrinde Hoyran tabii güzelliklerinin farkına varılması ile Selçukluların yazlık başkenti olarak bir müddet önemli bir mevkie sahip olmuştur.; Tarihi Antalya yolu üzerinde yer alan beldemiz, Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad’ın Konya’dan Antalya’ya gidişi sırasında hayran kalıp emretmesi ile Kubad Abad sarayı ve vilayeti kurulmuştur. ; 13. yüzyılda yaşayan Selçuklu tarihçisi İbn-i Bibi Selçuknamesin de bu olayı şu şekilde anlatmaktadır: ; Hilkatin görünmeyen süsleyicileri, ilkbahar gelininin yakasına misk ve cebine gül doldurdukları bir zamanda; Anadolu Selçuklularının en Kudretli Sultanı Alaaddin Keykubat 1227 yılında Süleyman Peygamber gibi mesafeleri yutan, yok eden asil at üzerinde Antalya’ya gider iken Egrinas’a (Hoyran’a) uğradı. Orada öyle bir mesire gördü ki, eğer cennetin bekçisi bu mevkie yetişebilseydi, cennetten ayrılır, hayretle parmağını ısırırdı. Toprağı yeşilliklerden firuze renkli, lâleleri kandamlaları idi. Pınarlarının her köşesinden su yerine sanki gül suyu yahut berrak gözyaşı akıyordu. Havası misk kokulu, zemini nakışlı, her tarafı çeşitli kuşlarla dolu idi. Bir tarafta süt gibi tatlı, Çin ipekleri gibi dalgalı yeşil bir deniz, içinde meyve ağaçları ile süslenmiş yakın bir ada vardı. Denize doğru akan bir pınar vardı ki gören ihtiyarlar gençleşirdi. Sultan o zaman av emiri ve mimarı olan Sa-deddin Köpek’e burada şenliği cennetin harmanı ile beraber, Safası Sedeyr ve Havarnak Sarayını geride bırakan bir bina yükselmesini emretti. Alaaddin kendi fikrine göre yapılacak binanın projesini çizdi ve her bir noktasında bir saray yeri tespit etti. Sa-deddin Köpek, lâtif ve gönül okşayıcı şekillerle yuvarlak kemer üzerinde yüksek kubbeleri feleğin yüce kümbeti ile beraber görünür firuze ve lâcivert nakışlı döşemeleri ile semanın firuze renkli çehresini maileştiren, temaşa cana canlar katan bir sarayın inşasına başladı. Lâtif kızoğlan kızların ruhlarından daha ziynetli, Kanaat Sahrasından daha geniş, istenildiğinden daha mükemmel olan bu saray kısa bir müddet içinde Sultan’ın arzusu veçhile ikmal edildi.; Alaaddin Keykubat sarayı beğendikten ve birkaç gün içinde oturduktan sonra dizginini Antalya ve Alaiyye tarafına çevirdi.” ;İbn-i Bibi’nin bu yazısını Osmanlı Padişahlarından II. Murad adına ;Türkçeye çeviren Yazıcı Zade Ali aynı görüşü koruyarak şu manzum şiirleri yazmıştır. ; Yeşil bir deniz tatlu nâmend-i sir ; Yüzü mevceden misl-i Çini-i hazır (Süt gibi tatlı yemyeşil bir deniz, ; Yüzünün dalgaları Çin ipeklisi gibidir.) ; Cezirey di içi yemiş-i bi şumar ; Hem ağaçlarıydı Kamu meyvadar. (Bir ada ki içinde sayısız yemişler var. Ağaçların hepsi de meyvelidir) ; Her arada bir çelme misl-i gülâb ; Sanaydın hayat âbıydı ne âb! (Her yerde gül suyu gibi pınarlar vardı. Hem ne sulardı bunlar. Ab-ı hayat -dirlik suyu- sanırdın). ; Hem olmuşdu bir çeşme bâre revan ; Ki pir anı görseydi olaydı civan (Burada denize akan bir pınar var idi. Bir ihtiyar onu görse derhal gençleşir!...) ; Zemin idi pür sebz-i firuze gûn İçindeydi lâl nokte hay-i hûn ; (Yer firuze renkli, yemyeşil idi. İçindeki lâleler de kan noktalarına benzerdi.) ; Önünde idi bir bağ misil-i bihişt Ki onun gibi görmemiştir sirist (O sarayın önünde cennet gibi bir bağ var idi ki; Yaradılış bunun gibisini görmemiştir) ; Soğuk nahcileyin mey gibi müşk-buz (Su buz gibi soğuk ve şarap gibi güzel kokulu).
KUBAD I ABAD SARAYI
Beyşehir Gölü’nün batı kıyısına kurulmuş, Anadolu Selçukluları dönemi yapılarının en ünlü ve sanat tarihi açısından önemli yapılardandır. I. Aladdin Keykubad’ın buyruğuyla, 1236’da veziri mimar ve nakkaş Sadeddin Köpek yaptırmıştır. ; Selçukluların pek çok yerde sarayı vardır. Fakat bunlardan külliye olarak sadece Kubadabad’ın site planı ve bezemeden yapı ayrıntılarına kadar özelliklerinin çoğu ortaya çıkarılmış ve çıkarılmaya devam edilmektedir. ; Kubadabad Sarayı 1950li yıllara kadar yeri bilinmeyen, tarihi kaynaklarda da hakkında çok fazla bilgi bulunmayan bir saraydır. Tarihçiler 13. yüzyılda inşa edilen Kubadabad sarayını, Cumhuriyetin ilk yıllarında farklı bölgelerde aradılar. Hatta; Kayseri”de bile arayanların olduğunu, İbrahim Hakkı Konyalı haber vermektedir. 1950li yıllarda Konya da müze müdürlüğü yapan merhum M. Zeki Oral birazda şansın yardımı ile Kubadabad Sarayı keşfini bilim dünyasına duyurmuştur. ; 1965–1968 arasında Katerina Otta Dorn başkanlığındaki kazılardaysa 5.200 m²’lik alanı kaplayan Selçuklu kenti tümüyle ortaya çıkarılmıştır. Alçak bir sur içinde Büyük Saray, Küçük Saray (Vezir Sarayı) Ferdevs (Paradeison) Av Hayvanları Parkı, Büyük Saray altında sultan kayıklarının ya da küçük yelkenlerin yanaşabileceği iki gözlü küçük bir tersane ve 16 yapı kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar arasında bir mescit, hamamlar, fırın ve mutfak, kışla kapısı, depolar ve ahırlar vardır. ; Büyük Saray, 50x35 m ölçülerindedir. Güney ve doğusu odalarla çevrili düzgün taş döşeli büyük avludan asıl saraya geçilmektedir. Burası, büyük salon tuğla döşeli yüksek taht salonu, harem ve konuk odalarından oluşmaktadır. Bakışıksız plânlı yapıda, belli bir düzen gözetilmemiştir. Yapı, 50x55 m ölçülerinde büyük bir terasla göle uzanmaktadır. Büyük Saray kazılarında ortaya çıkarılan alçı ve çini süslemeler, bezeme sanatının gelişimini belgeleyen önemli örneklerdir. Taş işlemeciliğinin yaygın olduğu Anadolu Selçuklu mimarisinde, alçı süsleme, özellikle saray yapılarında kullanılmıştır. Bu alçıların figürlü oluşu ilginçtir. Kalıplama tekniğiyle, hafif kabartmalı insan ve hayvan figürleri işlenmiştir. Alçıdan nişli duvar rafları, geometrik geçmeler, rozetler, uzun kuyruklu tavus kuşlarıyla bezenmiştir. Atlı av sahnesinin işlemeli bir pano, Anadolu Selçuklu dönemi alçı süslemesinin başarılı örneklerindendir. Yeni tekniklerin denendiği çini bezemeler, sarayın büyük salonunda insütü (yerinde) olarak ortaya çıkarılmıştır. Tüm çiniler, çevredeki fırınlarda dönemin usta sanatçılarınca sır altı ve lüster (sır üstü) teknikle yapılmıştır. Alçı ve çini buluntular Konya Karatay Medresesi müzesinde sergilenmektedir. ;
Kubâd-âbâd Çinileri;
“Saray Sedir ağaçları, en güzel ;kokulu kır çiçekleri, çimlerle örtülü tepelerin arasında, başları karlı Anamas Dağları’nın eteklerinde firuze renkli gölün kenarında kurulmuştur. Bu cennet parçasında yükselen saray kalın duvarları içinde bir başka cennet parçası saklanmaktaydı. Taht salonu ve birbirine bağlanan büyüklü küçüklü odalar devrenin en güzel çinileriyle süslenmişti. ; Tonozlarla kapalı saray duvarlarını tamamen kaplayan çiniler 23 cm çapında yıldız biçimlidir. Beyaz zeminli yıldızların içinde bir masal kitabı gibi çeşitli figürler sıralanır. Yıldız çinileri, arabesklerle süslü firuze ve patlıcan moru haç biçimi çiniler birbirine bağlanmaktadır. Çinilerin desen, renk bakımından ritmik değişimi duvarlara ayrı bir canlılık kazandırmaktaydı. Bir düş dünyası gibi gözler önüne serilen figürlü çiniler av eğlencelerini, tılsımlı büyülü inançları ve bunların arasında sultanın kendisini, saray ileri gelenlerini, hizmetkârları canlandırır. Sultan ve saray erkanı, zengin desenli benekli veya yollu mor, lâcivert, firuze kaftanları ile bağdaş kurmuş otururken görülürler. Hizmetkârlar ayakta meyveler, av hayvanları, şerbet sürahileri taşırken resmedilmiş. Uzun saçlar, başta çeşit çeşit başlıklar, iri gözler, keman kaşlar, ufak ağız ve dolgun yanaklarla figürler belli bir ideal yüz şemasını aksettirmektedir. Figürlerin elinde çok zaman sonsuz hayatı, cenneti sembolize eden bir nar veya haşhaş dalları görülür. Etraflarına serpiştirilmiş nar veya haşhaş dalları, arabeskler, desene başka bir zenginlik katar. Yer yer bu sarayların yanında kadeh, sürahi de canlandırılmıştır. ; Ünlü Selçuklu devri tarihçisi İbni Bibi, anlata anlatamadığı Kubad Abad sarayı ve saray yaşantısı çinilerde hayat bulmuştur. ; Çift ve tek başlı kartallar bu efsane dünyasını daha da zenginleştirir. Kartal İbni Bibi’ye göre koruyucu kanatlarını sarayın üstüne seren, sultanı koruyan, ona kudret, kuvvet, aydınlık ihsan eden bir semboldü. Bazı örneklerde siyah gövdesinde taşıdığı kocaman “Es Sultani” yazısı ile sultanın kendisini bütün kuvveti ve ihtişamı ile temsil eder. Duvarlarda sık sık göze çarpan karşılıklı çift ve tek tavuslar sarayın cennet parçasından bir parça olduğunu hatırlatır. Sonsuz hayat ve cennet sembolü olan bu güzel kuş, siyah, lâcivert, mor, yeşil, eflatun, renk renk yükselen zengin kuyruğu ile sarayı süsler. Tavusların etrafını yine nar veya haşhaş dalları, arabeskler çevirir. ; Karşılıklı çift tavus figürleri arasında stilize dal şeklinde sunulan hayat ağacı tasvirleri Kubad-âbâd sembol dünyasına zenginlik katar. Hayat ağacı ve kuşlar, öbür dünyaya ulaştırıcı araçlar olarak hayal edilir. Şaman geleneklerinden kaynaklanan bu motif sık sık tekrarlanır. ; Bu sihirli masal dünyasından ayrılan bakışlar kaçışan, zıplayan çeşitli av hayvanları ile dolu başka bir dünya ile karşılaşır. Aynı siyah, mor, lâcivert, yer yer mavi firuze, eflatun renkleriyle av köpekleri, tilkiler, kurtlar, tavşanlar, antiloplar, yaban dağ keçisi, yaban eşeği, ayı, aslan, at, şahin, doğan gibi avcı kuşlar, tek ve çift kuşlar, nar ve haşhaş dalları bu cümbüşe katılır. Bunlar hükümdarın av bahçesini dolduran, kıvrak hareketleri, yer yer geriye dönük bakışları ile kaçışan hayvanlardır. Stilize yaratılışlarında ifade gücü espri anlayışı bizi hayranlıktan hayranlığa götürür. Daha ender olarak rastlanan bitkisel dekorlu veya yazılı çiniler figürlü örneklerin arasında değişiklik kazandırır.” ;
Kızkalesi Adası:;
Kubad Abad sarayının üç buçuk kilometre kuzey doğusunda beş bin metrekare genişliğinde bir adadır. Üzerinde Kubad Abad’da olduğu gibi çinileri ile meşhur bir kasır mevcuttur. Alaadin Keykubad kubad Abad sarayını yaptırdığı zaman beylerine de saray çevresini kasırlarla süslemelerini emretmiştir. Bunun üzerine Selçuklu Beyleri adalar üzerinde ve Hoyran ovasının çeşitli yerlerinde kasırlar inşa ettirmişlerdir. Burası da o kasırlardan biridir. ; Selçuklu Sultanlarının Moğol saldırıları ve Anadolu’daki bazı isyanlarda kullandıkları bir sığınak olmuştur. ; Bugün kız kalesi adasının en önemli özelliklerinden biride kuşların kuluçkaya yattıkları bir ada, kuş cenneti olmasıdır. 2007 yılında yapılan sayımda Beyşehir Gölü'nde 266 bin adet kuş sayılmış, 43 türün tespiti yapılmıştı. Bu yıl (2008) yapılan kış ortası su kuşu sayımında ise 107 bin 51 adet kuş sayıldı, 22 tür tespit edildi. Sayım sonuçlarına göre, Beyşehir Gölü'nde kuş sayısı bakımından geçen yıla göre yüzde 50'nin üzerinde bir azalma görülürken, tür sayısı yönünden de yarı yarıya bir azalma dikkat çekiyor. Türkiye'de gerçekleştirilen su kuşu sayımları Avrupa ülkeleri ile birlikte aynı dönemde yapılıyor. Bu yıl yapılan kış ortası su kuşu sayımı gölün don olduğu bir döneme denk geldi. Buzlanmanın uzun süreli oluşunun kuş türü ve sayılarına olumsuz etki yaptığı görülmektedir. ; Beyşehir Gölü içinde de kuşlar için en önemli üreme alanı Kız kalesi adasıdır. Geçmişte iki yüz onun üzerinde kuş türü tespit edilen adada avlanmalar ve yumurtaların bilinçsizce toplanması yüzünden kuş türleri azalmıştır. İki yüz onun üzerindeki kuş türü ile ülkemizin ikinci Avrupa’nın üçüncü kuş cenneti olan kız kalesi adası bu özelliğini kısmen kaybetmiştir. Potansiyel olarak kuş cenneti olma özelliğine sahip olan yöre de kuş çeşitliliği tekrar artmaktadır. Bunda Beyşehir Gölü’nün 1990 yılında Milli Park statüsüne alınması ile halkın eğitim ve imkânlar açısından gelişmesini etken olarak söyleyebiliriz. Kuşların üreme dönemlerinde adada yürürken kuşlara basmamak için çok dikkatli olunması gerekmektedir. Geçmişteki kadar olmamakla birlikte ada üzerinde uçuşan kuşların oluşturduğu bir hale adanın üzerini örtmektedir. Bu dönem ada, kuş araştırmacıları için çok zengin malzemelerle doludur. ;
Tahtı Ali (Tahtalı) Kasrı:
Gölyaka’nın içinde Hoyran Mahallesinde evler içinde kaybolmuş sadece hamamının tek halveti ayakta kalmış bir yapıdır. Saray yapılırken çevreye yapılan kasırlardan biridir. ; Hamamın yapımında kullanılan malzeme incelendiğinde Kubad Abad Sarayı ile aynı malzemenin kullanıldığı görülmektedir. Her iki yapıda da kullanılan taşlar aynı taş ocağından çıkarılmıştır. Bunu içermekte oldukları fosillerden anlamaktayız. Gene hamamın yapımında kesme taş olarak kullanılan volkanik malzeme ( dış püskürük kayaçlar) az bir şekilde olduğu gibi şekillendirilmeden sarayda da kullanılmıştır. Bu tortul ve Volkanik kayaçların sadece hamam ve sarayda kullanılması yani Gurgurum ya da Yenişehir Nahiyesinde başka bir yapıda bulunmaması tesadüf değildir. Hamamın ve kasrın aynı yüzyılda yapıldığının bir kanıtıdır. ; Bu kasır kasabamızın da kuruluş çekirdeğini oluşturmuştur. Kubad Abad sarayı inşası 1226 – 1236 miladi yılları arasında yapılmıştır. Tahtı Ali Kasrının da aynı yıllarda yapıldığını düşününce kasabımızın bugünkü hali ile kuruluşu da aynı tarihlerde yani on üçüncü yüzyıldadır. ; Kasır çevredeki kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla geniş bir alana sahiptir. Kasır hamamın kuzey cephesinde yer almaktadır. Döküntülerden çini ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca geniş alandaki kalıntılar çevrede kasır, hamam dışında da yapıların varlığını göstermektedir. Bu da Tahtı Ali kasrının Gurgurum kasırları içindeki görkemini göstermektedir. ; Bugün ayaktaki hamam halvetinde havalandırma ve ışıklandırma amacı ile altı köşeli yıldız şeklinde küçük pencereler görülmektedir. Duvarlar yaş sıva üzerine baskı tekniği ile süslenmiştir. Bu teknik çok fazla kullanılan bir teknik olmayıp sadece Bursa’da bazı hamamlarda kullanılmıştır.; Hamamın 100 metre kadar batısında meskûnlar tarafından havuz adı verilen yaklaşık olarak iki metre genişliğinde beş metre uzunluğunda çok derin olmayan bir kuyusu mevcuttur. Kuyu tamamen altı da dâhil olmak üzere taşlarla örülmüştür. Suyu künklerle getirilmiştir. Nereden getirildiği bilinmemektedir. Fazla sular da gene künklerle tahliye edilerek Tahtalı ( Tahtı Ali) pınarı ile boşaltılmıştır. ; Belde içinde yer alması kasrın taş ocağı olarak kullanılmasına sebep olmuştur. Bu da kasrın bugünkü halinin sebebidir. Sadece hamamının bir halveti ayakta kalabilmiştir. Kubad Abad sarayında olduğu gibi kanalizasyon şebekesine sahiptir. Farklı olarak kasır içinde künkler kullanılmış, Kasrın dışında ise taş atık kanalları kullanılmıştır. Bu taş kanallar altı üstü ve yanları taşlarla örülerek yapılmıştır.; Bu yapı beldemizin kanalizasyon şebekesi döşenirken ortaya çıkmış maalesef bir kısmı da tahrip edilmiştir. ;
Diğer Eserler:
Selçuklu dönemine ait olarak Eşek adasında da bazı kalıntılar mevcuttur. Burasının da bir kasır olduğu tahmin edilmektedir. Fakat kız kalesi yapılarken inşaata yönelik bir şantiye vazifesi de görmüş olması muhtemeldir. ; Gene Gölyaka yakın çevresinde Kurucuova kasabasında Malanda mevkiinde ve Kilise ( Mada’nın Eşek Adası) adalarında da görülmeye değer eserler mevcuttur. ;
BEYLİKLER VE OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ;
Daha önce de belirttiğimiz gibi beylikler devrinde Eşrefoğulları’nın Süleymaniye’yi (Beyşehir’i) kurması ile Beyşehir Gölü civarında merkez Süleymaniye’ye kaymıştır. Bu dönemde bölge olarak Kubad Abad da köyler ön plana çıkmaya başlamıştır. ; Kasabamızın ismine ilk defa bu döneme ait vesikalarda rastlanmaktadır. Hamitoğulları’na ait bir nahiye merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır. ; Bu döneme ait başka bir bilgiye de Anadolu‘nun Tarihi Coğrafyası adlı eserde rastlamaktayız. Kitabın müellifi Ramsay Kubad Abad Sarayı’na bir ara “Hoyran Sarayı gölede Hoyran Gölü” denildiğini haber vermektedir. Beylikler dönemine ait kasabamız ile ilgili başka bilgiler bulunmamaktadır. ; Bu döneme ait vergi defterleri vb. defterlerin incelenmesi ile yeni bilgilere ulaşılabileceğini bilmekteyiz. Bu da uzman kişilerce yapılacak çalışmaları beklemektedir. Fatih Sultan Mehmed’in 872 hicri / 1467 miladi yılında Karamanoğulları Beyliğine son vermesi ile Beyşehir ile birlikte kasabamızda da Osmanlı hâkimiyeti başlamıştır. Osmanlılar zamanında elde edebildiğimiz ilk bilgiler ikinci Bayezıd devrine aittir. İstanbul’da başbakanlık arşivinde 40 numarada kayıtlı ikinci Bayezıd adına yazılmış Beyşehir defterinde geçmektedir. Bu deftere göre Beyşehir’in sekiz nahiyesinden biride Yenişehir nahiyesidir. ;
Nahiyenin 10 köyü mevcuttur.;
Bu köyler: ;
1. Hoyran : Kasabamız Gölyaka ;
2. İsrailler: bugün böyle bir köy bulunmayıp yeri hakkında bazı rivayetler olmakla birlikte kesin olarak bilinmemektedir. ;
3. Bademlü ( Yenişar Bademli): bugün Isparta’ya bağlı ilçe merkezi. ;
4. Yenice: Daha önce Isparta’ya bağlı Şarkikaraağaç ilçesinin köyü iken bugün Yenişar Bademlinin bir mahallesidir. ;
5. Şehirköy: bugün mevcut değildir. Yöre halkı tarafından Şarköy olarak bilinir. Yeri ve mezarlığı bilinmektedir. ;
6. Kurucuova: Bugün Beyşehir’e bağlı kasaba merkezi ;
7. Kurder : bugün Yenice gibi Yenişar Bademli’nin bir mahallesini oluşturur. Kürtler olarak ismi değişmiştir. ;
8. Keçilik: Şimdi böyle bir köy yoktur. (Yenişar ile Kaşaklı arasında olması muhtemeldir) ;
9. Muma (Gölkonak): Yenişar Badamli’ye bağlı köy. ( Yenişar Bademli’nin tek köyü) ;
10. Küre: bugün böyle bir köy mevcut değildir. Bu köyde demir madeni vardı. Küre o devirde demir ile eş anlamlı kullanıldığı için bu adla adlandırılmıştır.. ;
Kasabamız 1485 yılında çeşitli vergilerle mükellef 75 erkek nüfus ve 50 evden oluşuyordu, 1507 yılında 79 mükellef erkek nüfus 64 ev, 1524 yılında ise 116 mükellef erkek nüfus 84 ev, 1584 yılında 165 erkek nüfus mevcuttur. ; 1507 yılında beldemizde dört tımar çiftliği mevcut olup, sahipleri Halil, Abdal, Abdurrahman ve Musa adlı kişilerdir. Ayrıca bir vakıf çiftliği vardır. Piyade ve müsellemlerden 5 nefer ile 330 üşür geliri vardır. ; 1584 tarihinde Hoyran’ın gelir vergisi hâsılı toplam 9500 akçedir. Cami imamı resmi vergi vermeyip, yalnız öşür vergisi vermektedir. Bu tarihlerde Yenişehir nahiyesi köylerinin gelir vergileri karşılaştırıldığı zaman 9500 akçe ilk sıralarda gelmektedir.. ; Elde edilen bu bilgiler sayesinde 16. yüzyılda beldemizde Osmanlı İmparatorluğunun gelişmesine paralel bir gelişme görülmektedir. Hane nüfusunu ortalama 5 olarak kabul edersek 1485 yılında yaklaşık 250 nüfus bulunmaktadır. Bu rakam hane sayısının 84’e çıktığı 1584 yılında ise 420 olmaktadır. ; 19. yüzyıla geldiğimiz zaman Yenişehir Nahiyesi yerini kısa müddet Yenişehir Kazasına bırakmaktadır. 1848 tarihli devlet salnamesinde; "Beyşehri, Kırili namıdiğer Behramköyü, Kaşaklı namıdiğer Yenişehir, Göçüyan ya Göçükebir ve Sağır namıdiğer Fasıllar", Konya'nın kazaları olarak yazılıdır.; 1854 tarihli bir başka salnamede ise Konya'nın 25 kazasından beşi olarak, Beyşehri, Kırili, Göçükebir, Kaşaklı, ve Yenişar olarak gösterilmiştir.1885 tarihli bir salnameye göre, Kırili ve Yenişar Beyşehir'e, Göçü ve Kaşaklı bucakları da Seydişehir'e bağlı idi.; 1872 yılında Beyşehir'de belediye kurulmuştur.1878 tarihli devlet salnamesine göre Beyşehir'in iki bucağı, Kıreli ile Yenişar idi. Bundan da anlaşılacağı gibi 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Yenişar Bucağı' Beyşehir'e bağlı idi kazalık sona ermişti. ; Gölkonak Köyü’nde bulunan bazı belgelerde “Mebzur Kaza Müdürü Ecirağa” (kaymakam) mühür ve imzası görülmektedir. Bu hüccetler Gölkonak – ; Hoyran ve Gölkonak – Kurucuova köyleri arasındaki vb. anlaşmazlıklarla ilgilidir. Buradaki “Mebzur Kaza Müdürü Ecirağa” Hoyran’ın Yenişehir kazasının merkezliğini yaptığını göstermektedir..; Hoyran’dan önce Numan Ağa ve sonrasında da Ecir Ağa’nın kaza müdürlüğü yaptıkları bilinmektedir. Ecir Ağa’nın müdürlüğünden sonra yüzyıl dahi sürmeyen kazalık macerası son bulmuştur. ; Bu yüzyıl Yenişehir kazasının siyasi parçalanmaya uğradığı bir zaman dilimidir. Köyler arası mera kavgalarının yaşandığı, sonucu ölüme varan kavgaların olduğu bilinmektedir. Bu kavgalar beldemizdeki yer isimlerinde yaşamaya devam etmektedir. Örneğin: Kanlı ardıç, Kızılçıbık gibi. Rivayetlerde kızılçıbık muharebesi gibi abartılı anlatımlar bulunmaktadır. ; Tüm bu olayların sonucunda siyasi mekanizmanın adil davranmadığını düşünen Bademli, Muma, Kürtler ve Yenice köyleri Yenişehir’den kazalığın alınmasından sonra yüzyıllardır bağlı bulundukları Beyşehir’den ayrılarak Şarki karaağaç’a bağlanmışlardır. ; 19. yüzyıla gelinceye kadarki dönemde şahnişin evleri ile meşhur bir Gölyaka vardır karşımızda. Ağaç işlemeleri ile süslü evleri zenginlerin yazlık olarak kullandıkları mekânlar olmuştur. ; Alanya ise Selçuklularda olduğu gibi kışlak vazifesini görmüştür yine. Hicri 1306 / miladi 1888’ yılında beldemizin ihtiyarları tarafından “büyük yanık” olarak adlandırılan yangında Hoyran’ın tamamı yanmış sadece bir ev bu yangından kurtulabilmiştir. ; İmparatorluğun içinde bulunduğu duruma ve vaziyetin vahametine bağlı olarak ta yeni yapılaşmada şahnişin evler, ağaç süslemeler, yerini, daha basit meskenlere bırakmıştır. Daha sonra 1930’lu yıllarda bir kez daha yangın felaketini yaşayan dedelerimiz köyde Aşağı Mahallenin tamamen yandığı bu felakete de ”küçük Yanık” adını vermişlerdir. Bu yangınlarla eski şahnişin tabir edilen evler tamamen silinmiş. Yeni evlerde sadece basit ağaç işlemeleri o da çok az bir şekilde kullanılmıştır. ; 1888 yılında yaşanan yangın felaketinde Gölyaka’nın eski camiside yanmıştır. ; Cami yenilenirken eski caminin kapısının üstündeki 0,46 ya 0,97 ebatlarındaki taş kitabede yenilenen caminin kapısının üstüne konulmuştur. ; Cami daha sonra 1930’lardaki yangında tekrar yanmış yeniden tamir edilmiştir. Bu ikinci tamirde ağaç işlemeler daha basite indirilmiş, cami küçültülmüş ve boyalı bir süslemeye sahip cami duvarları kireç ile sıvanarak sade bir şekilde tamir edilmiştir. Taş kitabe yine caminin kapısı üzerine yerleştirilmiştir Bu kitabede: “
;sahibül bina. Ve sahibül hayratı vel hasenat.
Seyyid Numan Ağa.
Bunı Yapdıran Şakir Usta. Sebep olsun cennete yaklaşıp cehennemden uzaklaşmaya. Sene 1261.” Yazmaktadır.;
Bu kitabeden anlaşıldığı kadarı ile cami 1261 hicri / 1845 miladi yılında Numan Ağa zamanında yapılmıştır. Yapan da Şakir Ustadır. ; Eski cami 4 sıra kerpiç ile örülmüş 4 ahşap sütunlu idi. İlk halinde 6 ahşap sütunlu iken son tamirinde 4 sütunlu hale getirilmiştir. 8 penceresi vardı. ; 1957 yılında damı kiremitli hale getirilmişti. 1998’de Kültür ve Turizm bakanlığının izni ile tarihi bir değeri bulunmaması ve yıkılma tehlikesi gerekçeleri ile yıkılmıştır.; Taş kitabesi Gölyaka Merkez Caminin önüne sonradan ilave edilen giriş kısmında kapı üzerine yerleştirilmiştir. Bugün eski caminin yerini bıraktığı merkez caminin önünde 3 tane mezar bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi yeni diğer ikisi eskidir. Eski mezarlardan birinin sarıklı bir serpuşu vardır. Diğeri ise isimsizdir. İsimsiz mezar için eski camiyi yaptıran kişi denilmektedir. Bu da bize bu kişinin Şakir Usta olduğunu göstermektedir.
;Sarıklı serpuşu bulunan mezarda şunlar yazmaktadır: ;
Beni kıl mağfiret ey rabbi Yezdan ;
Bi hakkı arşı azam nuri Furkan ;
Gelüb kabrimi ziyaret eden ihvan ;
İdeler ruhuma fatiha ihsan. ;
Halil Ağa ibni Mustafa Ağa’nın ;
Ruhu için el fatiha sene -8-M. 1263 Yazmaktadır. Fakat rivayete göre bu mezarda yatan Halil Ağa değil torunu Numan Ağa’dır.
Torunu taşı dedesi için yaptırmış fakat taş yerleştirilmeden kendisi vefat ettiği için dedesine yaptırdığı taş kendi mezar taşı olarak kullanılmıştır. ;
TÜRKİYE CUMHURİYETİ`DÖNEMİ
GÖLYAKA; Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında Gölyakalılar bütün Anadolu Halkı gibi ellerinden gelen tüm fedakârlıkları göstermişlerdir.; Beyşehir de ilk kurulan Kuvai milliye derneklerinden olan derneğin Köyümüz temsilcisi Hatip Ahmet Efendi idi.; Kurtuluş Savaşında askere katılanlar Afyon Kocatepe ve diğer batı cephesi savaşlarında bulunmuşlardır. Beldede ulaşım amacı ile kullanılan kayıklar Kurtuluş Savaşı’nda güney cephesinde İtalyanlardan elde edilen silahların gölün doğusuna taşınmasında kullanılarak silahların batı cephesine ulaşmasında önemli bir halkayı teşkil etmiştir. ; Kasabamızın 1934 yılında 139 evi 418’i kadın olmak üzere 812 nüfusu vardı. 1965’te ise 210 ev ve 1267 nüfus tespit edilmişti. 1990 yılında belediye teşkilatı kurulmuştur. Günümüzde ise 2000 yılı nüfus sayımına göre 2465 nüfus ve yaklaşık 400 haneden oluşmaktadır. ; Tarihin şanlı günlerine şahitlik eden kasabamız maalesef coğrafyanın da tarihin de ücra köşelerinde yer almaktadır. Tarihte bu kadar önemli olmasına rağmen hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Örneğin Kubad Abad sarayı o kadar önemine rağmen hakkında çok az bilgi olmasına bağlı olarak Kayseri’de ve başka yerlerde aranmıştır. Daha sonra hiç kimsenin aklına gelmeyecek coğrafyanın ücra ama cennet gibi bir köşesinde keşfedilmiştir. ; Alaadin Keykubad’ın “cennet buranın bir yerinde ya altında ya da üstündedir.” dediği yer böylece keşfedilmiştir. Ama bugün Kubad Abad Sarayı’ndan; Hoyran’ın tarihi zenginliğinden, tabii güzelliklerinden Dünya hala haberdar değildir. ; Beldemiz bugün tarihin şanlı günlerinden kalan görkemini özlemekte, coğrafyanın verdiği potansiyelin ve tarihi zenginliğinin keşfedilmesini beklemektedir. ;
KAYNAKÇA;
1. İsmail Hakkı KONYALI, Ahmet ŞAVRAN; Abideleri ve Kitabeleri ile Beyşehir Tarihi ;
2. Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı 1522-1584, M. Akif Erdoğru. ;
3. Abideleri ve Kitabeleri ile Beyşehir Tarihi, İ.Hakkı KONYALI, ;
4. Yurt Ansiklopedisi, Dr. Gönül Öney ;
5. Küçükasya Seyahati. 1895 Yazı: Selçuklu Sanatı ve Ülkenin Coğrafyası üzerine araştırmalar., Friedrich Sarre, Çeviren: Dara Çolakoğlu. ;
6. ARIK, Rüçhan Kubad Abad ;Türkiye iş bankası yayınları yayınları
7. Yenişar Bademli den emekli öğretmen veli Karaca ya çalışmalarını bizimle paylaştığı çin teşekkür ederim.
NOT`; UĞUR KARA YA DEĞERLİ KATKILARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ..

|
|
|
|
|
|